Camilerin Yaşatılmasında Vakıfların Rolleri

Kelime anlamıyla “hapsetmek, alıkoymak” anlamlarına gelen vakıf, terim olarak, tüketilmeden yararlanılan taşınır veya taşınmaz bir malın sahibinin mülkiyetinden çıkarılıp Allah’ın mülkiyeti hükmünde olmak üzere hayır cihetine tahsis edilmesi, şeklinde tanımlanır.

İslâm medeniyetinin özgün bir kurumu olan vakıf, Kur’ân’ın iyiliğe ulaşmak için darlıkta ve bollukta başa kakmadan ve minnet etmeden sevdiklerinden infak etmeyi emreden ayetlerinin (Bakara, 2/262; Âli İmrân, 3/28, 138) oluşturduğu yardımseverlik atmosfe- rinde oluşmuştur. Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İnsan öldüğünde üç şey dışında ameli sona erer: Sürekliliği olan sadaka, flaydalanılan ilim ve kendisine dua eden hayırlı evlat.” (Ebû Dâvûd, “Vesâya”, 14) Bizzat Hz. Peygamber, Medine’deki bazı arazilerden başka Fedek ve Hayber hisselerinin bir kısmını da Müslümanların yararına sadaka haline getirmiştir. (Buhârî, “Veṣâyâ”, 1; “Farżu’l-ḫumus”, 1; Müslim, “Cihâd”, 51-55; Ebû Dâvûd, “Ḫarâc”, 19) Malını hayır cihetine harcamada Hz. Peygamber’den daha cömert kimse yoktu. Öyleki vefat ettiğinde bir binek hayvanından, silahından ve vakfettiği arazilerden başka mal bırakmamıştır. (Buhârî, “Veṣâyâ”, 1)

Birçok sahabe, Hz. Peygamber’in, amel defterini açık tutan yol- larından biri olarak gösterdiği süregiden sadakalar (sadaka-i câriye) bıraktılar. Hz. Osman, sahibinin suyunu ücret karşılığı sattığı “Rûme” kuyusunu Hz. Peygamber’in telkini ile satın alıp Müslümanların istifadesine sundu. Neccaroğulları Mescid-i Nebî’nin arsasını bedel almadan vermişlerdi. Artan cemaat sebebiyle Hz. Peygamber, Mescid-i Nebî’yi genişletmek için bitişik arsanın alınması gerektiğini söylediğinde yine Hz. Osman burayı satın alıp mescide tahsis etti. Medine’nin en güzel ve en büyük hurma bahçesine sahip olan Ebû Talha el-Ensârî, bu hurmalığını dilediği gibi tasadduk etmesi için Hz. Peygamber’in emrine vermek istemiş, Hz. Peygamber’in, akrabalarına paylaştırmasını söylemesi üzerine bu çok kıymetli hurmalığı akrabaları arasında taksim etmiştir. Hz. Ömer, Hayber’de payına düşen ve o zamana kadar daha iyisine sahip olmadığı araziyi Hz. Peygamber’in önerisi ile aslını hapsedip gelirini hayır cihetine tasadduk etti.

Süregiden sadakalar edinmek düşüncesi, hicrî birinci asırdan başlayarak birçok vakfın ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu sebeple İslâm toplumunda çok erken dönemde vakıf hukukunun temel konuları ele alınmış ve vakıfların bağlı olduğu temel fıkıh/hukuk kuralları tespit edilmiştir. Bu, İslâm hukukunun diğer hukuklar karşındaki bir meziyetidir. İslâm dininin teşvik ettiği cömertlik ve yardımseverlik ahlakı ile hukukî, sosyal ve siyasal etkenlerin birleşmesiyle İslâm toplumlarında bugün devlet bütçeleriyle yürütülen eğitim, sağlık, savunma ve imar faaliyetleri önemli ölçüde vakıflar tarafından yerine getirilmiştir. Osmanlı dönemine gelindiğinde; şehit eşlerinin korunması, kızların çeyizlerinin hazırlanması, yetim öğrencilerin giydirilmesi, hastalara ilaç üretilmesi, şehir estetiğinin korunması, şehirde dinlenme yerleri kurulması ve işletilmesi, deniz kazazedelerine yardım edilmesi, Müslüman esirlerin kurtarılması, savaşa giden gazilerin donatılması, güzel yazı öğretilmesi, bulaşıcı hastalıkların tedavi edilmesi gibi birçok toplumsal konuyu faaliyet alanı olarak belirleyen vakıf kurulmuştur. Bu şekilde hayatın bütün alanlarına yayılan faaliyetleriyle vakıflar, toplumun iyilik temelinde inşa edilmesini sağlamış, geniş bir sosyal güvenlik sistemi inşa etmiş ve İslâm medeniyetinin bir vakıf medeniyetine dönüşmesini sağlamışlardır.

İnsanların en hayırlısının onlara en faydalı olan kişi olduğu il- kesinin kurumsallaşmış ifadesi olarak vakıflar, cami ve mescitlerin inşa, imar ve toplumsal hizmetlerinin sürdürülmesinde de hayatî  rollere sahip olmuşlardır. Aslında kendileri de birer vakıf olan camiler, İslâm tarihi boyunca ihyası için tesis edilen vakıflarla birlikte planlanmıştır. Bu bağlamda eğitim, sağlık ve temizlik üniteleri bu- lunan külliyeler şeklinde tasarlanan büyük camiler, bu hizmetlerin yürütülmesini sağlayacak gelir getirici dükkanları ve arazileri bulunan vakıfları şeklinde tesis edilmişlerdir. Bu sayede camilerin sıcak ve soğuk su ihtiyacından temizliğine, ısıtılmasından aydınlatmaya, mefruşatından yıpranan yerlerin onarılmasına ve yapılacak ilavele re kadar bütün ihtiyaçları cami vakıfları tarafından karşılanmıştır.

Bir caminin korunması ve hizmetlerini aksatmadan sürdürmesi çoğu kez inşa edilmesinden daha ciddi masrafları gerektirir. Bu sebeple caminin bakım ihtiyaçlarını karşılayacak vakıflar tesis etmek cami inşa etmek kadar faziletlidir. Cami inşa eden kişiye Allah’ın cennete benzeri bir ev bina edeceği müjdesiyle inşa edilen camilerin (Buhârî, “Salat”, 65) bakımlı ve pırıl pırıl olması İslâm dininin ve onun doğurduğu medeniyetin bir gereğidir. Camilerin cemaatleri, mabetlerinin korunması ve geliştirilmesi için yardım etmeyi, cami inşa edenlere verilen müjde kapsamında görürler. Bununla birlikte camilerimizin, kadim medeniyetimizde olduğu gibi güçlü vakıflarının olması, sadece caminin binasının ihtiyaçlarını değil, cemaatinin maddi ve manevî bakımdan geliştirilmesi için büyük fırsatlar sağlayacak ve caminin hayatın merkezine yeniden yerleşmesine kapı aralayacaktır.

Cami ve Hayat, Malatya İlahiyat Vakfı Yayınları, 2020,  s. 50-52

23.03.2023 10:20